8 Haziran 2012 Cuma

Madonna MDNA Tour - 7 Haziran 2012 İstanbul

 Aylardan ya Şubat, ya Mart... Türkmax Stüdyoları'nda çekimdeyiz. Kulisle stüdyo arasındaki koşuşturmamın arasında 'Madonna biletleri satışa çıkmış' dedikodusu kulağıma çalındı. Bi telaş telefona sarılarak Ozcadısı'nı aradım; 'Kanka biletler satışa çıkmış!'. Girer bakarsın Biletix'e, zart zurt şifresi ister. Nedir bu şifre, nereden alınır, kimlerin ayrıcalığıdır bu, hiç bir açıklama yok! Delirmek işten bile değil!
   Kuliste masa başında oturmuş harıl harıl araştırmalardayım. Sağ yanımda  Heberler'in anchormani Memet Ali ( Alabora) ile bin bir surat Mahir Ağabey (Mahir İpek). Oturan boğa misali etrafta dolanmama öyle alışkınlar ki, bu telaşlı halim meraklarını uyandırıyor. Soruyorlar ' Ne bileti arıyorsun sen?'. Cevap ikiliyi şaşırtıyor; Memet Ali 'Öldü o yahu' derken, Mahir Ağabey beni çoktan tiye almaya başlıyor. 'Olsun varsın' diyorum. Bu hayatta Memoli'ye karizmayı çizdirmek de varmış! 
  Derken Ozcadısı'ndan müjdeli haber geliyor; sağolsun ekşisözlük yazarları derdimizin dermanından haberdarmış. İvedilikle madonna.com 'a girerek fan club üyesi oluyoruz, karşılığında da bilmem kaç dolar dökülüyoruz. Almayı planladığımız bilet fiyatları düşünüldüğünde lafı bile edilmeyecek bir meblağ. Ben alelacele Yapı Kredi Bankası'nı arayıp, her ihtimale karşı kredi kartı limitimi arttırıyorum. Erken giriş biletlerinin şifresini her nedense - şanslıyız da ondan (detaylar az sonra)- bulamıyor ve sahne önü biletlerimizi çeyize girer misali 6 taksitle alıyoruz. 
    Aylar öncesinden bilet almamız yanlış bir intibaya yol açmasın. Madonna yeni albümü MDNA için turda... Bizse kendisi sahneye çıkıp da şakımaya başlayıncaya dek MDNA'den bir şarkı bile dinlemiyoruz. Kendi meşrebimizce bir Madonna sevdamız var. 'Celebration' road triplerimizin kadrolu playlisti. Uzun süredir bir kutlama içerisindeyiz. Bi tabii ki kendisini de kanlı canlı izleme arzu halindeyiz. Zaten konser bitiminde de Ozcadısı kulağıma eğilip konuya açıklık getirdi 'Yalnız ben anladım ki biz Madonna fanı değiliz. Seviyoruz yani sadece' :)
     Biletleri aldığımız sırada anlayacağınız üzere Heberler ekibiyle iş ilişkisi içerisindeyim. Bir çok kişi için bu bile yeterince 'cool' bir pozisyon olduğundan, esasen ne işle iştigal ettiğimi burada anlatmayacağım. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ' Yerimde olmak isteyecek 100.000 kız ve 100.000 de erkek bulabilirdim'. Belki de daha fazla. 
     Her neyse konumuz benim nasıl para kazandığım değil. Zaten olamaz da. Zira konser günü B3 kapısının önünde sıraya girdiğimiz sırada işsizdim. 6 gün sonraysa sahalara geri döndüm. Anlayacağınız benim işime akıl sır ermez.
                                  *                                         *                                         *

     Türk Telekom Arena'ya aklı evvel herkes gibi metroyla ulaşıyoruz ve alkolsüz olduğunu farketmediğimiz Efes'lerimizi elimize alarak kapılara yöneliyoruz. B3'ün önünde sırada beklerken boncuk gözlü bir kız elinde bir ipadle kalabalığın yanına yaklaşıyor. Sanırsınız ki bizler bir haftadır açız da, yanımıza Kızılay'ın yardım kamyonu yanaşmış. O nasıl bir nümayiş? İpadin ekranına dokunan çığlığı basıyor. Bu işte bir iş var! 
    Nitekim Madonna Fan Club'e üye olup erkenden bilet alan bizler, internet sitesinde azıcık gezinmediğimizden 'Golden Triangle' denen bir meredin varlığından habersiziz. Yeşil bileklikleri kapanlar erken giriş mi yapacak falan diye akıl yürütüyoruz. Akla, kara çok geçmeden ortaya çıkıyor. Siz bizdeki hüsranı görün. O kadar şanslıyız ki, erken giriş bileti alamadığımız gibi, Golden Triangle'a da giremiyoruz. Aman ne dert, ne dert!

                               
     Kapılar açılıp içeri girdiğimizde kendimize duracak şukela bir yer aranırken, kaldırıp başımızı sahneye  bir de bakıyoruz ki; zat-ı şahaneleri Pop'un Kraliçesi Madonna kafasında kasketiyle sahnesini kolaçan etmekte. Parayı verip, düdüğü çalmayı hedeflemiş bir avuç kalabalık, etlerinden et koparılıyormuşcasına çığlık çığlığa bağırıyor.
   Madonna tuhaf kadın. Sanki kendisinin kim olduğundan habersizmişcesine, arkasını dönüp seyirciye eğilerek 'Sessiz olun, sakin kalın. Az sonra başlayacağız' diyor. Bildiğiniz kuru sıkı atıyor. Zira kendisi sahne arkasına geçtikten sonra o kadar çok bekledik ki, az kalsın mevsimler değişiyordu.
       Sahneye rodiler çıkıyor, çılgın kalabalık onları alkışlıyor. Uçan kuşa duyarlı binlerce kişi düşünün. Gak deyince alkış, guk deyince çığlık. Madonna öncesinde sahneye çıkan DJ Offir Nissam da bu rüzgardan nasibini alıyor. Ya da kendisi pek popüler bir DJ ve biz mevzuya Madame Coco'yuz. Bilemiyorum. Offir seyirciyi öpücüklere boğa boğa performansını sergileyip, sahneden ayrılıyor. Biz de saf gibi ha şimdi çıktı, ha şimdi çıkacak bekliyoruz. Özetle, avucumuzu yalıyoruz. 

     Kendi adıma hatunun her ülkede aynı saatte sahneye çıktığından ve organizasyon şirketlerinin kendi kafalarına göre konser saati ilan ettiklerinden eminim. 

                     *                                                        *                                                     *
         Gel zaman git zaman, sahnede dev bir buhurdanlık belirdi. Kalın halatlar belirdi. Halatlar ve buhurdanlık 50.000 kişilik kalabalığı coşturmaya yetti. Siz düşünün artık Madonna günah çıkarma kabininden 'Oh My God'larla  'Girl Gone Wild'a giriş yapınca neler oldu, neler?
       Bu vesileyle dur durak bilmeyen Madonna konseri de başlamış oldu. Her şeyin saniyesi saniyesine planlandığı, sahnede şovun bir an bile durmadığı, hanımefendi sahne arkasında tebdil-i kıyafet ederken dansçılarının akla ziyan şovlara imza attığı dakikalar akmaya başladı.
         Girl Gone Wild, ardından 'Motel odasındaki gangster' konseptli kanlı şovuyla Gang Bang ve Revolver derken biz de bu vesileyle MDNA ile müşerref olmuş olduk. Madonna uçtu kaçtı, keskin nişancı oldu,  karga tulumba eller üzerinde ana sahneye geri taşındı.   


Bang bang, shot you down, shut my lover in the head...


     Bir 'ölü' için fazlasıyla atik, tetik ve enerjikti. İlk kez duymakta olduğumuz şarkılara hemencecik adapte olup, eşlik edişimiz de bizim şahaneliğimizdi.

     Turn Up The Radio, Give Me All Your Lovin ve  I Don't Give A,  MDNA şarkıları içinden dikkatimi çeken diğerleriydi. Papa Don't Preach'in ardından, ucundan kenarından Hung Up'ı duyar gibi olduk bir ara.  Ammavelakin benden kimse birebir setlisti sıralamamı beklemesin.

      Stad içine girdiğimizde erken giriş bileti almadığımıza, Madonna sahneye çıktığında da Golden Triangle şanslısı olmadığımıza çok mutlu olduk. Zira erken giriş biletleri ile içeri giren arkadaşlar neredeydi anlamadım, ben pek göremedim. Golden Triangle'dakiler de ne yazık ki Madonna'nın yüzünden çok, gerisini izlemek durumunda kaldılar. Asıl inanılmaz olan sahnenin önünde uzayan podyumun sağ ucunda değil de, sol ucunda durmuş bile olsak ayvayı yiyecek olmamızdı. İçgüdü başka bir şeydi canım işte!                                  
   
Give Me All Your Lovin'in sahne şovu sırasında
havada uçuşan dansçılar için dikkatli bknz.
    Seyircide vuku bulan 80'ler özleminin de altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki Masterpiece çalmaya başladığında etrafta 'Ahh, ahh!' sözleriyle tezahür eden bu hali görmezden gelmek mümkün değildi. Dürüst olmak gerekirse, gönül neleri neleri dinlemek isterdi hatundan. Ammavelakin vakit nakitti. Bir de öyle bir sahne şovu bombardımanına tutulduk ki, belki beklenen şarkıları söylemiş olsa farkına bile varmayabilirdik. O ne demek öyle demeyin? Podyumun en önünde duran iki tip, gözlerimizi ayırmadan Madonna ve dansçılarını takip ettiğimizden, konser sonrasında çektiğimiz videolara bakarken dumura uğradık. Kelli felli adamlar koca koca havlularla önümüzde sahneye pas pas çekmiş de, ruhumuz dahi duymamış.

    Sizlerle Madonna'nın bir süre sahnede beraberce şarkı söylediği müzisyenlerin de kimler olduğunu paylaşabilmeyi isterdim ama kendisi söyledi, ben unuttum. İnternette de hiç onlardan bahsedene rastlayamadım. Gogol Bordello gibi yeni kankalar edinmiş Madonna diyeyim en iyisi.



       Vogue ile birlikte sahneyi marjinaller kapladı. Human Nature ve Erotica da, Vogue'un ardından açılan kapıdan yürüyüp geçtiler. Derken tek piyanoyla seslendirdiği Like A Virgin başladı. Rivayete göre 1984'te piyasaya çıkan Like A Virgin albümü sonrasında Madonna ' Yaşını başını alınca bu şarkıyı nasıl söyleyeceksin acaba' şeklinde kenar mahalle karısı eleştirilerine maruz kalmış. Tam 28 yıl sonra, kendileri cevabı net bir şekilde verdi 'Mükemmel'! Madonna mükemmeldi mükemmel olmasına da, aynı şeyi İstanbul seyircisi için söyleyemeyeceğim. Like A Virgin nakarata gelinene dek çoğunluk tarafından tanınmadı bile.
        İstanbul seyircisi başka başka konserlerle kıyasladığımda gerçekten tutuktu. Bizim içerisinde bulunduğumuz küçük topluluk gerçekten coştu, eğlendi, çığlıklara boğuldu, şarkılara eşlik etti. Hatta bazıları dansçıları birbirlerine gösterip 'Aaa bak bilmem nerdeki kız' diye geçmiş konser anılarını tazelediler.

Daha sonradan öğrendik ki tribünlerdeki binlerce kişi zaten kendisini duymakta güçlük çekmişler. Söz konusu problem neden kaynaklandı bilemiyorum. Biz gayetle duyduk kendisini.
     



     Benim için en şahane anlardan biri ise bir kaç ay önce 'Lady Gaga'nın Born This Way şarkısı, Express Yourself'ten mi esinlenmiş?' sorularını 'Bilmem şarkı bana epey tanıdık geldi' diye yanıtlayan Madonna'nın, sahnede iki şarkıyı mikslemesiydi. Arkasından da bir güzel 'She's Not Me'( bir Madonna şarkısıdır aynı zamanda) demedi mi? Ohh, ne güzel etti. 
       Akıllı telefonlar da konserin Madonna'dan sonra ve evet dansçılardan önce gelen öğesiydi. Herkes çat çat fotolar çekip, pat pat Twitter'a, Instagram'a yüklemek istedi ama nasip olamadı işte. 3G resmen TT Arena'da patladı. Bu vesileyle elinde muhteşem İPhone 4S'iyle patır patır foto ve video çeken ve beni 3G'im ile fotoğraf çekme külfetinden kurtaran canım arkadaşım Ozcadısı'na teşekkürü bir borç bilirim. Anlayacağınız üzere bu fotoların copyrightları kendilerinindir efem. Bazılarına son dokunuşları ben kondurdum. Instagram filtreliler ise Ozcadısı'nın hesabından da görülebilir.
    Madonna'nın 7 Haziran İstanbul konserinden bahsederken, uzaylılardan oluştuğunu düşündüğüm dansçılarından dem vurmamak olmaz. Özellikle 8 burgulu kol, bacak şovu diyerek ancak zihninizi bulandırabileceğim şovları sırasında gözlerimi kapatıp 'Yeter' diye bağırmak istediğimi sizlerle paylaşmak isterim. Korktum, içim çekildi yeminle. Etkilenmeyi falan geçelim yani.
        Ozcadısı bir ara kalabalıktan fenalık geçirdi. Zaten konser çıkışında da 'Ay yok ben bi Avrupa'da gider, doğru düzgün izlerim bu kadını bir daha' dedi. O sırada yüzüne söylemek istemedim ama buradan 'Sevgili arkadaşım, insan her yerde insan, sahne önü ayakta heryerde sahne önü ayakta' demek istiyorum. 
        Beni en çok etkileyen şov ise konsere gelenlerin nedense sadece 'ip üzerinde yürüdü' diye andıkları, Sırat Köprüsü göndermesiydi.
         Like A Prayer'ı dinlerken her zamanki gibi ama daha çok duygulandığımı söylememe gerek yok sanırım. Neyse ki şarkı seyircide de aynı etkiyi yarattı da, sonunda hep beraber eğlendiğimiz bir an yaşayabildik. Celebration'da sahneye 11 yaşındaki oğlu Rocco da fırladı. Hep beraber coşup, söylediler. Konserin sonunda seyirciyi selamlayan ekip, bir klasik olarak Türk bayrağı açmayı da unutmadı pek tabii.

          Yıllarca isteyip, aylarca beklediğimiz konser de böylece bitti.  


         'Peki ya meme' mi? Cidden mi?

         Açtı heeee, gördük. O açmaya, biz bakmaya korkmadık.

        Tamam mı, içiniz rahatladı mı?

         Hadi dağılın şimdi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder